Biz Adamı Severiz

Sevmek ne kelime, bayılırız. Hele bir de üç beş gol sıralamışsak küfürler, pardon tezahüratlar göğe yükselir. Tribünlerden aşağı ağzımızdan tükürükler saç saça rakip oyunculara ve hakeme sevgimizin ne kadar derin olduğunu ifade eden şarkılar söyleriz. Futbolcuların ama özellikle de rakip futbolcuların susamış olabileceklerini düşünerek su şişelerini ve ayranları sahaya en çabuk varabileceği şekilde ulaştırırız. Fedakarlığın hududu mu olurmuş? Futbolcuların ve hakemin nafakasının temini de üzerimize vazifedir. Gönlümüzden koptuğunca bozuk paraları futbolcuların üzerine yağmur gibi yağdırırız. Hakem eğer delikanlıca (!) bir karar vermişse spor aşığı bir yönetici sahaya iner ve kararı kutlamak için gökyüzüne şarjörü boşaltır. Böylece yönetici de maçın bir karnaval coşkusu içinde geçmesine naçizane katkıda bulunur.

holiganTezahüratlarda kimse unutulmaz. Bu delikanlı hakemi yetiştiren ailesi de minnet duygularıyla anılır. Hatırlamaktır amaç emeği geçenleri ne de olsa. Bu yüce gayeyle güfteler yazılır, besteler yapılır.

Futbol sevgisi derler bunun adına. Bu sevgi hiçbir şeye benzemez. Bu sevginin baş mimarları olan futbolcular tabii ki bir sevgi seli ile mükafatlandırılmalıdır. Maçın bitiş düdüğüyle tüm gerçek futbolseverler sahaya inerler. Yakaladıkları futbolcuyu öperler öperler öperler. Soyunma odasına biraz erken giden futbolcu varsa futbolseverler minnet duygularını onlara da göstermek için soyunma odasına minik minicik bir baskın yaparlar. Böyle bir sevgi selinin önünde asla durulamaz. İnsanlar akın akın stattan dışarıya akıp, rakip taraftarların boğazına sarılırlar, tebrik ederler,öperler adeta, öperler de öperler…

Milletçe böyleyizdir biz. Sıcak kanlı, fıkır fıkır. Biz başkaları gibi coşkumuzu bastırabilecek karakterde olamayız ki!

Davulcu

– Neriman. Davulun tokmağını bulamıyorum. Nereye sakladın yine?

– Geçen yıl Ramazan bitince söylemiştim sana tokmak yine lazım olacak, iyi sakla diye. Nereye koyuysan bul şimdi. Senin bu düşüncesizliğinden, paspallığından gına geldi artık. Annem söylemişti zaten, o adam sana göre değil, gençliğine yazık diye. Beni ne doktorlar, avukatlar…

Neriman Hanım’ın sözleri bitmeden sert bir kapı kapanma sesi duyulur. Ramazan Bey tokmağı bulmuş, karanlık sokaklara dalmıştır bile. Bu sahur davulculuğu işini geçen yıl iş arkadaşı Şaban önermişti ona. Ramazan Bey bu işten hatırı sayılır bir para kazanmasa da birkaç eksiğini gediğini kapatabilecek kadar bahşiş kopartabiliyordu. Günü nasıl da zorlu geçmişti Ramazan Bey’in. Kafası bir sürü sorunla meşgul, davulun ipi memuriyetin alametlerinden olan kamburunu bir o kadar daha büküyor.

Güm güm de güm güm

ramazan davulcusu“Ah Neriman, peki sen bana hiç gün yüzü gösterdin mi? Bir sabahçık olsun ben işe giderken arkamdan güle güle kocacığım dedin mi? Ne gezeeer. Her gün kavga, her gün niza.”

Davula daha hızlı vurmaya başlar:

Güm güm de güm güm

Güm güm de güm güm

“Güya tokmağı ben kaybetmişim. Ulan tokmağı ben kaybettiysem, tokmak senin çamaşırlarının arasından nasıl çıkıyor be. Şu mübarek Ramazan’da kötü kötü söyletecek beni.”

Davula tüm gücüyle vurur:

Güm güm de güm güm

Güm güm de güm güm

Bu sırada pencerelerden birkaç baş fırlar.

– Uyandık be kardeşim. Yeter, yavaş çal şu davulu.

– Nerede o davulcu? Hanııım, mermileri nereye koymuştun?

Ramazan Bey hiç kimseyi duymaz.

“Tabii, biz eşek olduktan sonra semer vuran çok oluyor. Evde aynı terane, işte aynı. Ah o şef olacak Temel Bey. Daha doğrusu Dangalak Temel Bey. Bana sorsanız soğan başı bile olamaz ya, bizim başımıza gelmiş. Şimdi burada olacak ki şu tokmağı kafasına kafasına…”

Güm güm de güm güm

Güm güm de güm güm

“Sen tut on beş yıl mürekkep yala, yirmi iki yıl bir kırık masada dirsek çürüt, üç kuruş maaşına rağmen rüşvetlere tenezzül etme, kimse de senin kadrini bilmesin. Ramazan Bey yapsın, Temel Bey terfi etsin. Yükü taşıyan eşek, soluyan it.”

Güm güm de güm güm

Güm güm de güm güm

– Sustur şu davulu. Artık herkes yemeğini yedi. Neredeyse ezan okunacak.

– Hanııım. Hâlâ mermileri bulamadın mı?

– Ulan ben senin gibi davulcunun…

Güm güm de güm güm

“Böyle karıya… böyle kaynanaya…böyle şefe…böyle dünyaya…”

-Kocacığııım, mermileri buldum al.

“Böyle kadere… böyle davula…”

İki el silah sesi duyulur, küçük bir de feryat…

Mutlu Yıllar

Hava kararalı sekiz saat kadar oldu. Buz gibi bir hava. Üşümemek için paltomun yakasını kaldırdım ama bu hareketim rüzgarın kulaklarımın yanından ıslık çalarak geçmesini önleyemedi. Sokak lambaları yine yanmıyor. Onun yerine gökyüzünde asılı bir portakal gibi duran ay yoluma ışık tutmaya çalışıyor. Tabii bacalardan, en çok da kalorifer bacalarından çıkan dumanlar onun ışığını kesmediği sürece. Soğuk hava olası yağmuru habercisi gibi. Soğuktan birbirine çarpan dişlerim beni burnumu paltomun içerisine gömmem için uyarıyor. Bu soğukta değil küçük bir burnun, bir kutup ayısının dahi dışarıda kalmasına dayanamam. Birden olağandışı sesler duydum. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Ak sakallı bir ihtiyar çöpü karıştırıyor. Merakımdan, ayaklarım beni ona doğru götürdü.

– Selamünaleyküm Bey Amca.

dedim. Döndü, kerhen yüzüme biraz baktıktan sonra,

– Aleykümselam.

dedi. Bu arada diğer çöpe yöneldi. Tam çöpün içine eğilmişti ki kapkara bir kedi can havliyle kendini dışarı attı. Ak sakallı ihtiyar önce biraz korktu, sonra tebessüm etti.

– Zavallıcık… O da benim gibi kısmetini çöplükte arıyor.

dedi.

– Adın ne bey amca?

– Claus, Santa Claus. Noel Baba da derler.

– Tabii, eminim öyledir. Benim adım da Napolyon.

Besbelli açlık başına vurmuş bir mecnun dedim kendi kendime. Noel Baba benim bildiğim kadarıyla tombul, göbekli bir adamcağızdı. Bununsa 657’ye tâbi bir vatandaştan farkı yok.

– Görüşmeyeli bayağı zayıflamışsın Claus.

dedim. Güya dalga geçiyorum.

– Evet 42 kilo verdim. Buna en çok sevinen de kızağımı çeken geyiğim Vincent oldu. Yükü bayağı azaldı. Herkes benim hediye dağıtma işini bedava yaptığımı sanıyor. Son yıllarda beş kuruş bahşiş alamaz oldum. Geçen gün memleketim Demre’deydim. Orada hemşehrilerim bile bir lokma bir şey vermediler yemem için.

– Zamanın gereğini yapmışlar Claus. Kimse kimseye yardım etmiyor artık.

– Doğru galiba. Bunu anlamam biraz güç oldu. En son 130 sene evvel gelmiştim buralara. O zamanlarda da insanlar pek iyi günler geçirmiyordu. Buna rağmen herkes yardım elini uzatabilmişti. Bu gelişimde bir hediyelik eşya mağazasında iş buldum ama onlar da Noel Baba’ya para verilmese de olur dediler, hizmetimi beleşe getirmeye çalıştılar. Hem sigorta da yok. Biz de işte böyle yollara düştük.

poor_santa_clausBu sırada karanlığın arasında bir şeyin kıpırdadığını fark ettim. İnanılır gibi değil. Bir geyik bu. Gerçek bir ren geyiği. Acaba, ihtiyar gerçekten Noel Baba mıydı? Aman Allah’ım! Bu Claus. SANTA CLAUS!!!

– Niçin bir tane?

– Ne?

– Geyiği diyorum. Daha fazla olması gerekmiyor muydu?

– Öyleydi. Aç kalmamak için yedim.

– Nasıl yaparsın? Asırlardır sana hizmet etmişlerdi oysa. Sen… sen… evet sen bir canisin.

– Yaa öyle mi? Siz değil misiniz peki? Yıllardır yaptığınız savaşlar hepinizin yüz karası. Benim hayatta kalmak için yaptığım şeyi siz alışkanlık olarak yapıyorsunuz. Siz maçlardan sonra bile galibiyetlerinizi birbirinizi vurarak kutluyorsunuz. Yalan mı? Cevap veremiyorsun, susuyorsun. Çünkü biliyorsun ki cürümünüz büyük.

Söylediklerinde gerçekten haklıydı. Anlaşılan oydu ki kaybetmediği tek şey Sevecenliği babacanlığıydı. Tüm yaşadıklarına rağmen gözleri sevgi dolu bakıyordu.

– Claus.

– Efendim.

– Size kanım çok ısındı. Size baba diyebilir miyim?

– Elbette evladım. Zaten genellikle öyle derler.

– Baba, Noel Baba. Bütün yıl Noel için hazırlık mı yapıyorsun?

– Maalesef öyle. Aslında Noel tam bir saçmalık. Uymayayım diyorum şu delilere, dayanamıyorum. Huyum kurusun, insanları mutlu etmek en sevdiğim şey. Bir de geyiğimle geyik muhabbeti yapmaya bayılırım. Fırında hindi dolmasına da bayılırım ama gördüğün gibi kuru ekmeğe talim ediyoruz.

Yağmur başlamasa Noel Baba’yla sabaha kadar sohbet edebilirdim. Ayrılırken elimi cebime daldırdım. Bir milyonluk ve birkaç bozuk para çıktı cebimden. Sonra aklıma piyango biletim geldi. Bileti geyiğin semerine sıkıştırırken Noel Baba itiraz etti ama ısrarlarıma dayanamadı, aldı. İkimizin de gözleri dolu dolu olmuştu. Uzaklaşırken arkamdan bağırdı:

– Mutlu yıllar delikanlı, mutlu yıllar…

Bu hikayenin sonunu nasıl bağlayacağımı merak ettiniz mi? Meğer her şey rüyaymış desem dudak bükeceksiniz klasik numara diye. Hayır, rüya değil. İnanın her şey gerçek. Bana inanmıyor musunuz? İnanın inanın.

İnsan Kopyalamaya Çeyrek Var!

Ne o; kopyanız yapılır diye ödünüz mü kopuyor? Hala kadere karşı koyulabileceğini mi düşünüyorsunuz? Boş verin , yakında alışırsınız. Siz hep eşinizin benzerinizin olmadığıyla övünürdünüz ya; işte o tavırlarınızı artık rafa kaldırmanız gerekecek. Zira bir sabah uyandığınızda karınızı bir kopyanızın kolunda, otomobilinizi bir başka kopyanızın altında görebilirsiniz. Sonra “Bu bir karabasan!” diye kırk defa tekrarlarsınız da yine de gerçekleri değiştiremezsiniz.

cloneKarınızı, otomobilinizi ve belki işinizi kopyalarınıza kaptırdıysanız, bu işin kötü yanı. Pekiyi, kopyalamanın hiç mi iyi yanı yok? Mesela Hilmi Ağa’nın biricik kızının karnındaki şişlik yüzünden köyde artık eskisi gibi namus cinayetleri işlenmeyecek. Köyün muhtarı, çobanı, delisi, imamı kızcağızdaki şişkinliğin müsebbibi olarak gösterilip öldürülemeyecekler. Kız bu haltı pekala tek başına da işleyebileceğinden yalnızca kızın katli köy namusunun pür-i pak edilmesi için kifayet edecektir.
Kopyalamadan ne kadar korkarsak korkalım, insanoğlu doğanın mümkün kıldığı ve gücünün yettiği her türlü eylemi gerçekleştirmedi mi? Havva Ana’mızın yasak elmayı yemesinden, Amerika’nın atom bombasını atmasına kadar ki suç listemiz bayağı kabarık. Yani insanoğlu olarak sabıkalıyız. Yani yeni bir suç işlemeye de meylimiz var. Anlaşılan o ki, sıradaki icraatımız, şu kopyalama hadisesinin insanda denenmesi olacak.

Yunus Emre’nin şu şiirini çok manidar buluyor ve “Acaba Yunus, yıllar önce gelecekte bir gün kopyalama yapılacağını tahmin mi etmişti?” diye soruyorum.

Beni bende demen
Bende değilim
Bir ben vardır bende
Benden içeri…

Kim bilir belki de kopyalama tekniği, ideoloji veya futbol takımı farkından dolayı birbirlerini öldüreceklerini haykıran insanların, ölecek kadar da cesur modellerini peydahlamada kullanılır. Olur ya kopyalama belki de siyasi alanda gerçek yerini bulur.Siyasi liderlerin laf, gaf ve laf-ı güzaf yapanları yerine icraat yapmaya daha yatkın olarak üretilmiş tipleri halkın hizmetine sunulur.

Vaziyet bu merkezde ilerlerse başımıza bir şey yağacak ve ben bunun taş olmasından korkuyorum. Haydi hayırlısı…

Brownie

Malzemeler:

125 g tuzsuz tereyağı
320 g bitter çikolata
1,5 su bardağı toz şeker
3 adet yumurta
1 su bardağı
elenmiş un
2-3 çorba kaşığı (35 g) kakao
1 çay kaşığı kahve
Vanilya
Yarım çay kaşığı tuz
1 su bardağı ceviz

 

brownieYapılışı:

Yumurta, şeker ve vanilya köpük kıvamına gelene kadar çırpılır. Tereyağı ve çikolata benmari usulü eritilir. Karışım eriyince kahve ve kakao eklenir. Elde edilen karışım oda sıcaklığının biraz üzerine kadar soğuduktan sonra yumurtalı karışımımıza azar azar eklenerek karıştırılır. Tuz ve un karışımın içine tahta bir kaşık yardımıyla azar azar yedirilir. En son olarak da cevizler büyük parçalar halinde kırılıp eklenir. Karışım yağlı kağıt serilmiş kaba dökülür. 180 derece ısıtılmış fırında 25 dakika pişirilir. Yarım saati aşan sürelerde Brownie’nin içi de sertleşeceğinden kendine has yaşlığını kaybedecektir. Bu yüzden 30 dakika sınırı aşılmamalıdır.

Revani

Revaniyi limon aromalı mı portakal aromalı mı seversiniz? Biz bu sefer portakalı denedik.

Revani

Malzemeler:

1 portakal kabuğu
Kabartma tozu
Vanilya
4 yumurta
1 su bardağı sıvı yağ
2 su bardağı un
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı şeker
1 su bardağı irmik

Yapılışı:

Yumurtaları veşekeri bir kapta mikserle iyice çırpın. Daha sonra diğer malzemeleri ekleyerek bir kaşık yardımıyla karıştırın. Karışımı yağlanmış cam bir tepsiye dökün. Tepsinizi önceden 180 °C’ye kadar ısıtılmış fırına koyarak 20 dakika kadar bekletin. Daha sonra 5 bardak suya 4 bardak şekeri ekleyin. Çeyrek portakalı dilimleyerek şerbetin içine koyun ve kaynatın. Şerbeti revaninin üzerine dökmeden önce bir kevgir yardımıyla portakal parçalarını alın. Şerbeti ılık halde revaniye azar azar dökün. Revanimiz tamamen soğuyunca üzerini hindistan ceviziyle süsleyin. Tercihinize göre kaymakla servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun.

Bir Güzel Yemek Sitesi: Şükran Göksel

Sevgili yengem sofradaki hünerlerini yalnızca sofrasına oturanlara değil herkese gösterebilmek için güzel bir yemek sitesi yapmış. Yemeklerin adları tıpkı annenizin yemek tarifleri defterindeki gibi tarifi aldığı komşunun adıyla anılıyor: Cemile Teyze’nin lokma tatlısı, Muzaffer Hanım Un Kurabiyesi… Şükrane (bu muhtemelen kendi tarifi), Çiğne yut böreği gibi bazı yemeklerin adının hikayesi ise kendisinde saklı. Yöresel yemekler de bu sitede yer alıyor. Sitenin güzel yanı ise tüm tariflerin uygulandıktan sonra resmedilerek sitede paylaşılmış olması.

Sitenin bağlantısı: http://sukran.goksel.com/

Sukran Goksel

Brokoli Çorbası

Brokoli ÇorbasıMalzemeler:

  • 0,5 kg brokoli
  • 3 su bardağı su
  • 1 su bardağı süt
  • 50 g tereyağı
  • 1 adet soğan
  • 2 çorba kaşığı un
  • Tuz

 

Yapılışı:

Brokoli 3 su bardağı suda 20 dakika kadar haşlanır. Soğan, tereyağında un ile birlikte kavrulur. Brokolinin haşlama suyu kavrulan soğanın üzerine 3 bardak suya tamamlanarak sütle birlikte eklenir. Brokoliden küçük bir parça ayrılarak kalan brokoli de son olarak çorbaya katılır. Çorba kaynamaya başlayınca blender yardımıyla parçalanır. Birkaç dakika kaynamaya bırakılır. Çorbaya eklenmeyen brokoli, çorba servis edilirken minik parçalar halinde çorbanın üzerine atılır.